Go to media page

Bize Soran Yok ki Kıbrıs Meselesini!

Sultanul Evliya

Mevlana Şeyh Nazım Adil El-Hakkani

Pazar, Şubat 21, 2011 Lefke, Kıbrıs

Euzubillahimineşşeytanirracim, BismillahirRahmanirRahim. La havle ve la kuvvete illaa billahil alliyul aziym. Nercullah en yekûn meclusuna, meclisül hayran lil ümmet. Niyet hayır, akibet hayır. İngilizce mi söyleyelim? Yok Türkçe söyliyeyim. Cenâb-ı Hakk azametiylen buyuruyor:

Euzubillahimineşşeytanirracim, BismillahirRahmanirRahim (Mevlana Şeyh Nazım ayağa kalkar) Edkhulel buyûte min ebvâbihâ, “Evlere kapılarından giriniz.” Ve li külli şeyyin bâb yuftah aleyh. (Mevlana Şeyh Nazım oturur) Cenâb-ı Hakk azametlen buyurdu ki, “Evlere kapılarından giriniz!” Kapılardan girersen seni karşılarlar, tâzim ederler, ikram ederler. Kapıyı bırakıpda pencereden girersen, damdan atlarsan, bahçeden girersen, sopa yersin veya daha fazlasına müstehak olursun. Bu umumi bir kaidedir. SubhanAllah el-aliyyul aziym. Bir kelimedir, lakin deniz derya gibi bir manası var. Resul-u Kibriya (s.a.v.) (Mevlana Şeyh Nazım ayağa kalkar ve oturur). Onun sıfatı nedir? Muallimun nâs el-hayr. İnsanlara hayrı, hayır yollarını bildirmek için muallimdir. Kaçarsan belaya düşersin. Gelirsen işin selamettir.

Şimdi, Cenâb-ı Mevlanın yine emridir: (Mevlana Şeyh Nazım ayağa kalkar) Ve şâbiru fi ‘l-emr. (Mevlana Şeyh Nazım oturur). Cenâb-ı Hakk Subhane ve Teala Resul-u Kibriyasına buyuruyor, ki eshâbına da talim içindir: ümmetlerinin hiçbirisi danışmadan iş yapmasın! “Danışan dağı aşmış, danışmayan doğru yolda şaşmış,” derler. Bu mühim bir kaidedir.

Şimdi her derdin dermanı vardır. Her zorluğun bir kolaylığı vardır. Her yokuşun bir inişi vardır. Her başlangıcın bir sonu vardır. Bu muhakkaktır. Biz elhamdulillah Müslümanız. Cenâb-ı Hakka ve gönderdiği Habib-i Kibriyasina imân ettik, ve ona gönderdiği Kuran Aziymuş-Şân’a da imân ettik. Sünnetini de kabul ettik. Kainatta en ziyade tâzime müstahak olan Efendimiz (s.a.v.) olduğunu, bunuda kabul eyledik. Bütün kainat ona (s.a.v.) tâzim eder, etmeye mecburdur. Allah-ı ZülCelal, ona (s.a.v.) tâzim ettiği vakit, ona (s.a.v.) azamet verdiği vakit, sen tâzim etmessen, hürmet etmessen, sen zibilsin! Gübredir o adam, bir yere yaramaz!

Şimdi Euzubillahimineşşeytanirracim, BismillahirRahmanirRahim. SubhanAllah, âhir zamanda olduğumuz için çeşit türlü alâmetler meydana çıkıyor, çünkü insanlar İlâhi Nizamı kabul etmiyorlar. İlâhi Nizamın yerine kendileri, kendi nefsâniyetlerinin onlara telkin etmiş olduğu şeytanın talimatıylan bu dünyayı idare etmek istiyorlar. Muvaffak olamıyorlar; bu zamana kadar muvaffak olamadılar. Bilhassa bizim zamanımız cebâbire, zalimlerin zamanıdır ki herkez başlı başına müstebiddir. İstiyor ki “Benim dediğim olsun!” Her insan “Benim dediğim olsun” derse karmakarışık olur ortalık. İlâhi Nizam’a tabi olacağız. İlahi Nizam’da bu insanoğlunun çıkmazları için çıkılacak kapılar vardır. Kendi akıllarını bırakacak, İlahi Nizam’a tabi olacaklar ki o vakit bir kapı açsın Cenâb-ı Hakk. Yoksa kafalarını vura vura kırarlar ve birşey yapamazlar.

Şimdi biz burada Kıbrıstayız. Ufak bir örnek veya misal olaraktan Kıbrısı alacağız, ve Kıbrıs çıkmazına nerden çıkış bulacağımızı arayacağız. Her kapıyı açacak bir kilit var. Bu çıkmaz, kapıyı kırmaya gerektirmez. Kapıyı kırarsan tekrar kapıyı kapatamassın; anahtarla açmalısın. Anahtarsız hiçbirşey gösterilmemiştir Şeriatımızda. Allah Celle ve Âlaa’nın gönderdiği Şeriat, insanoğlunun her müşgilini açacak anahtarlan gelmiştir. İstersen tek bir anahtarla bin kapıyı açar Cenâb-ı Hakk; iki anahtar istemez. Gökyüzünün bir anahtarı insanoğlunun bütün müşgillerini açmaya yetişir.

Medet Ya Sultan el-Evliya. Bu mesele bilinmelidir. Bilinmesse kafası kırılır, kendiside gider, çürür biter, zibil olur insanoğlu. Rezil olur, şeytanın maskarası olur. 21.inci asır insanları şeytanın maskarası olmuş. Şeytan diyor ki, “Herkez konuşsun, herkez fikrini söylesin.” Yâhu herkez dediği vakitte, bir alay tavuğa bir horoz hitap eder. E yüz tane horoz bir yere toplanırsa, kim kimi dinleyecek? Hepsi öter; hepsi ötecektir. E kim dinleyecek? Kimse kimseyi dinlemez! 21.inci asrın insanları bir alay horoz olmuş, hepsi ötüyor. Kim var dinleyen? Tavuk yok ki dinlesin. Hepsi horozlanıyor milletin, en küçüğünden en büyüğüne kadar. E bu iş yürür mü? Yürümez.

Kıbrıs meselesi. Biz kendimize ait olan, bu ceziretu ‘l-khadra, yeşil adanın hakkında ihtilafımızı çözmek için bir anahtar arıyoruz şimdi. Kıbrısta da kaç kişi varsa hepsi horozdur, hepsi öter. Gazeteleri öter, millet vekilleri öter, beyleri öter, paşaları öter, hanımlar da horozlaşmıştır. Hanımlarda öterler. Kıbrısın içerisinde horoz olmayan kalmadı: sandıkçısı horoz gibi öter, sendikacısı horoz gibi öter, doktorları horoz gibi, hanımlar horoz olmuş.

“Efendim ne var?”

“Müsâvet vardır, eşitlik olacak; kadın erkek eşittir,” diyor.

“Öyleyse, o zaman ya erkekler tavuk olacak, ya tavuklar horoz olacak.”

Herifler “Yok!” diyor.

“Eşitlik var çünkü filozoflar böyle söyledi. Avrupa medeniyeti böyledir: kadın erkeğin eşitliği vardır.”

“Peki pantolon giy, ceket giy, saçlarını kısalt. Ve de enstitüler açtılar şimdi.”

“Ne için Şeyh Efendi?”

“Hanımlar erkeklerle eşit olmak için çalışacaklar ve eşitlikleri tamam olması için kurslar açılıyor her tarafta.”

“Ne için?”

“Hanımlarda horozlar gibi ötmeye çalışacaklar. Ötemezlerse düdük alacaklar ellerine ve düdüdüdüdüdüüü diye alışacaklar onlar.”

Erkekler: “Efendim, horoz erkektir tabi. Kendi kabiliyetiyle ne yapıyor? Ötüyor. Lakin kadının kabiliyeti yoktur ötmeye. Öyleyse hususî borular yaptıracağız hanımlar için. Ağızlarıyla üfürdükleri vakitte, aynı horozun sesini çıkaracaklar ve diyecekler ki ‘İşte bizde horoz olduk!’”

Kadın horoz olursa ve hükmederse ve “Erkeklen beraber eşitim” derse, dünyanın bundan iyi olacağı hali yoktur. Bunu dibacesi, başlangıç olaraktan söyledik. Şimdi başka (bir konu) açacağız.

Şimdi Kıbrıs çıkmazı var. Tabi Kıbrıs çıkmazının aslını taa biz Türkiye Cumhuriyeti ilân edildikten sonra, 1923 tarihinden itibaren burada bulunan Türk cemaati, TC’nin dümen suyuna girmeye ilk olaraktan heveslenen dış ülkelerdeki Türklerdi. Cumhuriyeti ilk alkışlayan, bütün yapılan değişiklikleri, “Bugün Türkiye de olsa, yarın bizde tatbik ederiz” gibi bir zihniyet burada mevcut idi. Ve bu hareket ede ede, ede ede nihayet Kıbrısın iki cemaatinin ayrılmasına ve aralarına nefretlik girmesine sebep olmuş, bu Rum tarafındaki fanatikler fena çıkmış, Türk tarafındaki fanatikleri de onlardan beter çıkmış. Binaenaleyh, sürtüşe sürtüşe, çakmak taşını birbirine vuruyor gibi, ki o fitil ateş alır, ateş aldı nihayet. Ateş aldı ve 1963 hadiseleri geldi. 1960 ta istiklal verildi Kıbrısa, Republic of Cyprus olarak, ondan sonra üç sene devam etti. Üç sene sonra millet birbirlerine girdi. Ne sebepten girdiler?

Onları o zamanın insanlarının sözlerinden, hareketlerinden, (o zamanlarda) yaşayan kimselerden onları sorabilirler ve anlayabilirler nasıl olduğuna dair. Ve ondan sonra bu günümüze gelinceye kadar, arada demek ki 60 seneden fazla oluyor. 70 senedir bu memleketin içerisinde her türlü insanlığa yakışmayan hareketler olmuştur: masum insanlar öldürülmüştür, iki taraftan evleri, yerleri yakılmış yıkılmış, ezilmiş, iki cemaat birbirlerinden nihayet ayrılıp bir hudud koymuşlar. E bizim o zamanki liderlerimiz (lider der bizim Kıbrıslılar; lider demeyi bilmezde, “reader” der, yani “okumuş yazmış” insan.) Ne oldu, ne kaldı? İstedigimz neydi? İstediğimiz ayrılma ise ayrıldık. Burda iki hükümet olduk. Aradan belki şimdi elli sene geçmiştir ve halen bu Kıbrısın ayrılan Türk topluluğunun hükümeti istikrar bulamamış, ahali halen tatmin olamamış, ve ahali halen bir hürriyete sahib olamamıştır. Çünkü KKTC devletinin verdiği hürriyeti milletler meclisi kabul etmiyor. Kaldık orta yerde. Republic of Cyprus’ı dünya Rum tarafını tanıyor, bizim taraf ile hiçbirşey yok. Bizi kimse tanımaz. Paramız dışarıdan gelir, askerimiz dışarıdan gelir, erzağımız dışarıdan gelir, hocalarımız, muallimlerimiz dışarıdan gelir, yiyeceğimiz dışarıdan gelir. Avrupadan, Amerikadan, nerden gelirse geliyor.

Yani biz bunun içerisinde ne olduğumuzu bilemiyoruz. Maksadımıza ulaştık mı? Gayemize ulaştık mı? Ulaşmamışız ki KKTC vatandaşları hâzır olan hükümete hücum ediyorlar. Diyorlar ki, “Siz bizi idare edemediniz! Siz bunca parayı aldınız, aylıklarınızla keyif sefa sürdünüz. Biz onlara muhtaç kaldık. Bizim birşeyimiz yok elimizde. Tapulu malımızda o tarafta kaldı. Bu tarafta eğreti arazinin üstündeyiz. Biz kendi çocuklarımızı yetiştiremiyoruz, çünkü bu memleketin içerisinde belki 10 belki 15 tane üniversite var. Hep çocuklarımızı oraya gönderiyoruz, bir diploma alsınlar diye.” Çok güzel, diplomalarını alıyorlar, peki iş? İş yok. E ne manası var bu okumanın? Yani milletin elindeki beş on kuruşu da üniversiteler sağıyor, sonra işe yaramaz sertifika diye birşey veriyorlar ellerine. Çocuklar nereye müracaat edecekler? “İş yok oğlum. Koy oraya sıran geldiği zaman.” E herif 50, 60 yaşına gelmiş daha sırası gelmez. Bu burada bir perişanlık oldu şimdi. Ve diyorlar ki, “Türkiye de bu memlekete yapabilidiğini yapmıştır, iyi veye kötü neyse.” Muhakemesi Allah’a kalmış, bize ait değil. Lakin biz bu ayrılıktan, maksadımız buysaydı muvaffak olamadık. Muvaffak olamadık, ayrıldık. Yanlız dünya üzerinde hürriyetsiz insanlar olaraktan kaldık. E şimdi ana vatanın tabii mesuliyeti çok, yükü çok. Gene fedakarlık yapıyor, bize para gönderiyor, burda bizi gözetsin diyerekten kaç bin asker besliyor bekletiyor.

E bunlar bizi artık tatmin edecek halden geçti çünkü yetişen gençler iş bulamayınca, Türkiye’ye gitseler Türkiyede de iş yok, başka ülkelere gitmeyede bize pasaport izni verilmiyor. Yani bununla başka memleketlere gidemiyoruz. Bunun içerisinde mahsur kaldık. Bu memlekete hükmeden kimseler hedeftedir şimdi halk tarafından. Halk diyor ki, “Şimdi siz çok aylık alıyorsunuz. Fakir fukaraya bakmıyorsunuz.” Muhakemesini kendileri yapacaklar, bana ait değil o. Bizim söyleyeceğimiz budur. Bir önsöz, giriş yapıyoruz biz. Ondan yanısını mühakeme yapsınlar. Mühakeme yapsınlar! Buranın insanı mecburi aç kalmaya alışkın değildi. Şimdi o da gençlerin üzerinde ağırlık veriyor, alışkın olmadıkları için. Askerliğini bitirdikten sonra bir iş bulamıyor. Öğrendiğini de unutuyor, kalıyor böyle. Nereye gidecek? Kahvehanelere, barlara, gece kulüplerine...eh bununla KKTC yaşayamaz. Çünkü bizim yükümüz TC devletine ağır gelmeye başladı. TC devleti de KKTC’ine ağır gelmeye başladı.

Şimdi bakıyorum ben, bize soran yok ya, bakıyorum: TC devleti, ana vatan KKTC dekilere fırça atıyor. KKTC dekiler, bizimkilerde durmazya, onlarda onlara fırça atıyor. Şimdi karmakarışık olduk. Bir tarafdanda “Rumlarla anlaşalım” derler. Rumlarla anlaşmadan Türkiyeylen anlaşacağız. Turkiyenin maksadi nedir? KKTC de olmaktan maksadı nedir? Kalantorluktur. Kalantorlüğe bu memleketin şimdi ihtiyacı var mı? Yokmu? Çünkü o kalantorluk Türkiyenin bütçesinin yarısını yiyiyor. Onlarada yazık. E kimseye para geldiği yok. Ana vatandaki insanımız, onlarda işsiz güçsüz, aç--onlar müstehaktır. Bizim insanımız ki bir avuçtur, bir kazalık yerdir, bir kaymakamlıktır. Bu kadar bir memleketi, ki Konya’da belki 10 kaymakamlık var--ne cumhuriyeti var, ne meclisi var, ne bilmemnesi var, idare edip gider vekili.

E biz burda, efendim, ne derler? “Ahım şahım, millet görsün Kıbrıs Türk Cumhuriyeti!” KKTC olduk ama kimin boynunda, ensesinde gidiyoruz? Koca devletin omzuna biz bindik. Şimdide diyorlar ki: “Omzumuzdan ininde bizde yürüyelim!” “Yanlız parayı verin bize.” Çıkılmaz işin içersinden. E aklı eren adamımızda kalmadı. Kime söylesen kimse dinlemez. Dinlemessen, e şimdi bizide sürüyorlar, onunla anlaşın. Ne için? Bıktı oda, ana vatanda bıktı. Baktı ki bu yürüyemez halinde bir insandır. Yani yere indirsek, ayakları tutmaz. Onun için mecburuz arkamızda taşıyalım. Bırakırsa orada telef olacağız. E şimdi hali çaresi bulunmuyor. Şimdi sizinle müzakere üzerine bize gelip soran eden yok ya, kendi kendilerine birşeyler ederler. Yav bu bizim söylediğmiz dışında bir hareket varsa gelsin söylesinler bize. İşin başından ben burdayım, ama bir kişide gelip, “Sende vatandaşsın, sende fikrini söyle” diye soran olmadı. Ne Doktor Küçük, ne Doktor Denktaş. İkiside doktor: “Biz biliriz, biz yaparız.” E yaptıysan paçanı bağla da yap. Bir tanesi bilmemneli tepede yatar. Öbürü evinde hapis. E çıkın söyleyin, nasıl getirdiniz? Kıbrıslıları bu hale getirmek için mi siz hareket ettiniz? Yazıklar olsun ikisinede! Onların yaptığı yanlız Müslümanlığın aleyhinde ne varsa onu yıkmak için oldu. Sonra Türkiye vatandaşları derler ki: “Kıbrıslılar İslamı bıraktı.” E bize İslami öğreten olmadı ki, kalmadı ki. İki arada ömründe alınları secde görmeyen insanlar hükmetti, bitirdiler.

“Şimdi o Rumlarla anlaşalım” derler. İster anlaş ister anlaşma. O Rumun insanı şimdi size hak mı verecek? Hak vereceği yok. Biz mutedil olan birşey istiyoruz. Belki bizim fikrimizi kabul eden olur veya olmaz; o başka mesele. Yanlız biz söyleyelim: şimdi biz yüz sene İngilizin müstemlekesi, colonisi olaraktan yaşadık. Ve İngilizin buradan çıkmasında ilk ayaklanan Rumlardı. İngilizlere hücum edip çeşit türlü onlara karşı gelen, askerini vuran öldüren Rum tarafıydı. Sonra ağır ağır bizimkilerde Rumların dümen suyuna girip bizde İngilizi istemeyiz dedik. Peki, Cenâb-ı Hakk görmez mi? “Peki, alayım Ben İngilizi ve siz geçinin!” İngilizler teslim etti 1960 yılında, “Ne yaparsanız yapın. Sizi hükümet ilan ettim” diyerekten. Üç sene girmedi ve birbirimize girdik bunun içerisinde. Bu söylediğim tarihtir, ezbere söylemiyorum. İçinde yaşadığım için söylüyorum. O zamanın yetişen adamlardan üç beş kişi kaldı burda şimdi. Olduk işte böyle. O Rum bize hücum eti, biz Rum’a hücum ettik.

Halbuki beşyüz sene imparatorluğumuzda sulhu sükûn üzerinde yaşayan, o Rumlara “Hiristiyanoz” derdik, o Rumlar da bize “Otomanoz” derdi. Yani nationalism, milliyetçilik diye birşey yoktu; milliyet davası yoktu. Bu memlekette Hiristiyan ve Müslüman, iki cemaat vardı. O iki cemaat, dini esaslar üzerinde, bunun içerisinde, Osmanlı Devlet-i Aliyyenin himayesinde yaşarlardı. Hiristiyanlik da zulmü yasak eder, İslam da zulmü yasak eder. Herkez kendi hakkını bilir, komşu hakkını da bilir, birbirleriylen geçinirlerdi. Sonra ne ettiler bizi? Kedi köpek nasıl birbiriyle girişiyor, o hale getirdiler. Ne kazandırdılar bize? Şimdi soracağım ben. Doktor Küçüğe sorayım: ne kazandırdın? Doktor Denktaş’a sorayım: ne kazandırdın Kıbrıalılara? Neyi vaadettin sen Kıbrıslılara, söyle! Söyle bakalım. Çıkta söyle, “Size bunu kazandırdım” desin. Diyecek birşey varsa bende dinleyeceğim.

O benden iki yaş küçüktür. İki sene sonra doksanlık olacak, o da bunamış olacak. O da bana bunamış der belki. Lakin ne yapalım, doğruyu söyleyeceğiz. Bunamış bunamamış. Aklı başındaysa diyorum kendisine: gel ifadeni ver bana. Çık milletin karşısına ve “Ey Kıbrıslılar! Sizi bu yere biz getirdik. Memnun musunuz?” diye sor kendilerine. İslam’a etmedik hakaret bırakmadı onlar. Halen beni camilere bırakması yasaktır. Kanun var içerde. Bunu yaptılar bunlar. Sorsunlar baksınlar Küçüğün gazetesi vardı. Büyümeden gitti o da. Hâsıl-ı kelâm, şimdi ne yapacağız?

Bu millet gelip bize sorsa, bizim de söyleyeceğimiz var. Bu perişanlıktan onları kurtaracak kuvvet ve tedbir İslamdadır. İslami kabul ettilerse, hiç korkmasınlar.

Ve min Allahi tevfik

Fatiha.

UA-984942-2